İnternet… Özellikle günümüzde, dünya genelinde her geçen gün artan kullanım oranlarına sahip elektronik bir iletişim ağı. Elbette bu artışın sepeplerinden biri de, haberleşmedeki yeniliklerle birlikte, bilgisayar kullanımındaki önlenemez artış. Günlük ihtiyaçlarımız ve sosyal aktivitelerimizde bile, eski alışkanlıklarımızın yerini alan internetin, bilgisayarın da kolay erişilebilir olması sayesinde artık herkesin hizmetinde olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki; bir dönemki televizyon bağımlılığının, internet bağımlılığının yanında, artık bahsi bile geçmiyor. Evet; dizi, film, spor programları, belgeseller… Video oyunları ve sörf yapmak dışında aklımıza gelebilecek her türden programın internet üzerinden izlenmesi artık mümkün. Yediden yetmişe her yaştan kullanıcısı bulunan bu oluşum; bağımlılık yapmak, sosyal ilişkileri zedelemek gibi konularda kötü bir ün salmış durumda. Bir çok akademik çalışma, internetin özellikle çocuk yaştaki bireylerde; depresyon, öfke sorunları, sosyal becerilerde körelme gibi etkileri olduğu sonucunu ortaya çıkarıyor. Bu yazımda; internetin, çocuklar üzerindeki psikolojik etkilerinden ziyade, toplumsal ve kültürel etkilerinden söz edeceğim. Aslında bu açıdan bakıldığında durumun vahimliği çok daha büyük.
Her ne kadar, teknolojiyle iç içe yaşayan yeni jenerasyonun daha özgüvenli, daha güçlü ve daha zeki oldukları söylense de, konu; sosyal, kültürel ve manevi kavramların öğrenilmesi ve bu kavramlar üzerinde bilinç oluşturulmak istenmesine geldiğinde, durumun iç açıcı olmadığını görmezden gelemeyiz. Zira ailelerin sorunlu çocukları ile ilgili şikayetleri arasında asosyal kişilik eğilimi, aile içi ilişkilerde yetersizlik görme v.b durumlar var. Şüphesiz bunların en büyük sebeplerinden biri de, önlenemeyen internet bağımlılığı… Alt yaş gruplarında endişe verici bir bağımlılığın gözler önüne serildiği araştırmalar, durumun ciddiyetini anlatmaya yetecek nitelikte…
Türkiye İstatistik Kurumunun 2021 verileri, 6 ila 15 yaş arası çocuklarda internet kullanımının, sadece 7 yıl içerisinde %30’dan fazla arttığını gösteriyor. Kuşkusuz, son yıllarda yaşanan pandeminin bu tablodaki etkisi bir hayli fazla. Zira, okulların kapalı olduğu dönemlerde öğrenciler, derslerini ve hatta sınavlarını da dijital ortamda gerçekleştirdiler. Bu talihsiz süreçte eve kapanan çocuklarımızın, boş zamanlarını bile bilgisayar, telefon ve tabletler aracılığıyla internetteki platformlarda geçirdiklerini çaresizce izledik.
Eğitimcilerin sıklıkla dile getirdiği, fakat aynı sıklıkta dikkate alınmayan bir söz : " internet yararınıza ya da zararınıza kullanabileceğiniz bir oluşumdur. Onu kontrol etmek sizin elinizdedir. " der. Uzun yıllardır tekrarlanan bu sözlerin toplumumuzda bir geçerlilik kazandığını söylemek pek mümkün değil.
Özellikle genç ve yetişkinlerde internet kullanımının sosyal ilişkilere zarar verdiği, uyku ve beslenme düzeninde bozukluklara sebep olduğu, psikolojik ve hatta ortopedik sorunları da beraberinde getirdiği biliniyor. Bunlar bir tarafa, artık, geleceğimiz olarak gördüğümüz çocuklarımızı hedef alan bu tehlikeli bağımlılık, toplum tahribi misyonunu başarılı bir şekilde sürdürüyor.
Son zamanlarda video oyunlara rakip olabilecek boyuta gelen youtube ve tiktok gibi platformların bağımlılığı önemli ölçüde artış gösteriyor. 4-6 yaş grubu çocukların, telefon ve tabletler aracılığıyla " kolaylıkla " giriş sağlayabildiği bu dijital ortamlar, motor becerileri gelişim aşamasında olan, iyi - kötü, doğru - yanlış gibi kavramlarla henüz tanışan küçük çocukların, bu hassas dönemleri için ne derece sakıncalı olduğunu sizler de tahmin edebiliyorsunuzdur.
Elbette ebeveyn ve ebeveyn adaylarının burada almak zorunda oldukları, fakat çoğu kez görmezden geldiği sorumlulukları olduğu, konunun tehditvari boyutunu görmeden ihmalkârca davrandıkları kesinlikle inkâr edilemez. Çocuğunun eğitimi için her şeyin eksiksiz olmasını isteyen anne - babalar, bu gibi durumlarda umursamaz bir tavır takınarak nasıl bir hata yaptıklarının da farkında değiller. Ev içinde sürekli koşup oynayan, bağırıp çağıran çocuğu sakinleştirmek için eline telefon veya tablet verilmesini eleştirip sorguladığımızda, çoğunlukla " başka çare bırakmıyor ki... " şeklinde kaçamak cevaplar alıyoruz. Oysa ki bu durumun; evlilik, aile olmak, çocuk yetiştirmek gibi konularda kırk yaş ve üstü kesim kadar başarılı olamadığımız gerçeğiyle de doğrudan ilişkisi olduğunu söylemek mümkün.
" Kitap okumuyor, ödevlerini yapmıyor, dışarı bile çıkmıyor " gibisinden şikayetlerin ön planda olduğu on yaş altı grubuna bir de, " yeni nesil işte... Teknolojinin içine doğdular, büyüyorlar. " gibisinden yakıştırmalar yapılıyor, fakat bunun da geçerli bir bahane olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Her ne kadar gündemle bu kadar ilgili, teknolojiyle içli dışlı bir jenerasyonla karşı karşıya olsak da, etrafımızda sayısız örneğini görebileceğimiz şekilde, bu çocuklar ailevi bağlardan, toplumsal değerlerden yoksun büyüyor ve bunu önleyebilecek hiçbir şey yapamıyoruz. Buna sebep sadece sosyal becerilerin gelişimindeki eksiklik de değil elbette.
Günümüzde 15 ila 30 yaş aralığında büyük bir çılgınlığın fitilini ateşleyen meslek olan internet fenomenliğinin bilinçsiz ve önlenemez artışını da sebep olarak göstermek mümkün. Zira tanınma ve daha çok para kazanma arzusu içindeki femonenlerin, herhangi bir hassasiyet göstermeksizin ya da kaygıya yer vermeksizin ürettiği içeriklerin, küçük yaştaki internet kullanıcılarını ne derece olumsuz etkilediğini söylememe gerek yoktur sanıyorum.
En kötüsü de bu trajik durumun yıkıcı etkilerini toplumsal ölçekte göremeyen bizler, geleceğimizin ve toplumsal refahımızın teminatı olan kültürel değerlerimize sahip çıkmak yerine, bu kötü gidişatı izlemekle yetiniyoruz. Eğitim kavramının, toplumların inşasında ne denli önemli bir faktör olduğu gün gibi ortada iken, sosyal ve kültürel gelişimlerini ihmal ediyoruz.
Batılı ülkelerin eğitim sistemlerini yakından incelediğimizde, okullarda öncelikli verilen derslerin yer aldığı, sosyal ve psikolojik gelişimi odak alan müfredatların uygulandığını rahatlıkla görebiliriz. Zira gelişmiş devletler, güçlü bir geleceğin, eğitilmiş zeki nesillerle mümkün olduğunun farkındalar.
Yüz yıl kadar önce, Cumhuriyet döneminde kurulan köy enstitülerinde; Tarih ve Coğrafya’dan yabancı dil ve el yazısına, hatta çocuk bakımı ve öğretmenlik bilgisine kadar her alanda eğitimin amaçlandığı fevkalade bir sistem oturtulmuştu. Bu sayede Türk Tarihi, Türk Toplum Yapısı, Türk Kültürü gibi önemli konularda da bilinçli bir neslin yetişmesi hedeflenmişti. Aslında Son derece doğru bir stratejiydi.
Zira, yakın tarihimize baktığımızda, her koşulda ve her zorlukta bizi biz yapan ve güçlü kılan yegane şeyin, toplumsal değerlerimiz olduğunu görmek hiç de zor değil. Bu değerlere sahip çıktığımız müddetçe gıpta ile bakılan toplumumuz; ahlaklı bireyler olmak, aile kurmak, çocuk yetiştirmek gibi konularda, diğer toplumlara da örnek olmayı daima başarmıştır. Üstelik sosyolojik açıdan güçlü ilişkilerin, mutlu ve başarılı ailelerin bu şekilde inşa edildiği de başka bir gerçektir.
Bu durumda, ebeveynler ve ebeveyn adayları olarak bizlere düşen, aklın ve mantığın yanında biraz da vicdanen tartmamız gereken bu durumu yabana atmadan, enine boyuna düşünmek ve gereken ne varsa ihmal etmeden yapmak. Elbette bu vahim durumun önüne geçmeliyiz, fakat uzmanlara göre, çocuğun teknolojiyle ilişkini birden kesmek de doğru bir tutum değil, ancak mümkünse, olabildiğince geç tanışması için çaba gösterilmeli. Eğer başa çıkılamayacak bir durum söz konusu ise, kullanım sınırı getirmenin daha doğru olacağı söylenmekte fakat, mümkünse rehber öğretmenleri, pedagoji uzmanları ve psikologlardan yardım alınarak, bu duruma alternatif çözümler de aranmalı.
Şahsi düşüncem, 8-10 yaş aralığına kadar bilgisayar, telefon ve tablet gibi teknolojik cihazlardan uzak tutulması gereken çocuklarımızı, yaratıcılıklarını geliştirecek oyunlarla, müziklerle, eğitici programlarla destekleyerek gelişimlerine ön ayak olmak bizimi için son derece önemli bir görevdir. Pedagojik takvimine göre cisimlerle yakın iletişim kurma döneminde olan bir çocuk için, cep telefonu yerine, ilgisini çekebilecek başka bir şey bulunması ideal bir çözüm olabilir. Burada iş, biraz da yaratıcı olmaya bağlı. Kağıt, kalem, resimli bir kitap, üç boyutlu puzzle v.b bir oyuncak ya da bir enstrüman bile olabilir. Önemli olan, çocuğunuza; sosyal, zihinsel ve fiziksel yeteneklerini keşfedebileceği ve geliştirebileceği fırsatları sunmak ve bu süreci engelleyecek ya da yavaşlatacak her tehdidin önüne geçmek.
Bu noktada çocuğuna söz geçirememekten şikayet eden anne babalara da; kimi zaman çocukla çocuk, kimi zaman bilinçli anne baba, kimi zaman da bilge bir öğretmen olmaya çalışmanın isabetli olacağını söylemek isterim. Kırmayın, üzmeyin, fakat kendinizden ve koyduğunuz kurallardan da taviz vermeyin. Hızlı öğrenen bir çocuğun sizi kumanda edebildiğini bilmesi halinde, bu durumu lehine kullanmakta zorlanmayacağını da bilmelisiniz. Etkili iletişim; çocuğu tanımak, kendini tanıtmak ve onunla sevgi bağı kurmakla olur. Aynı zamanda saygı gösterdiğinizi ve görmeyi beklediğinizi de belirtmelisiniz. Unutmayın ki, iyi yetişmiş bir birey, gelişmiş bir topluma ışık tutar.
Öyleyse, sporu ve sanatı hayatının merkezine koyan, zeki ve ahlaklı bireyler yetiştirmek varken, neden çocuklarımızı internetin karanlık sokaklarında yalnız bırakıyoruz? Mantık ve muhakeme becerilerinin dışında, duygusal gelişimlerinin ne derece önemli olduğunu bilmiyor muyuz? Öyleyse ne yapmalıyız? Zeki, cesur, merhametli ve yürekleri sevgi dolu nesiller yetiştirmek için taze fidanlarımızı da koruyup gözetmeli, yaşamanın daha da zorlaştığı bugünlerde, en çok da küçük fertlerimiz için iyi birer ebeveyn olmalıyız.